-
36 erkekten biri!
http://icube.milliyet.com.tr/YeniAna...--2769582.Jpeg
Prostat kanseri görülme
sıklığı nedir? Prostat kanserinin toplum sağlığı açısından taşıdığı önemden
bahsedebilir misiniz?
Yapılan araştırmalarda, gelişen hayat
standartları sayesinde yaşam beklentisinin artmasına paralel olarak özellikle 65
yaş üzerinde olmak üzere kanser vakalarında önümüzdeki otuz yıl içinde 3 kat
artış meydana geleceği hesaplanmıştır. Bu durum ağırlıklı olarak bir ileri yaş
hastalığı olan prostat kanseri için de geçerlidir. Prostat kanseri genel olarak
orta yaşı geçmiş erkeklerde en sık tanı konan kanser olup tüm kanser vakalarının
yüzde 11'inden ve kanserden ölümlerin yüzde 9'undan sorumludur. Çok çarpıcı bir
veriyle devam etmek gerekirse, yapılan araştırmalar her 6 erkekten birinin
yaşamı boyunca prostat kanserine yakalanacağını göstermiştir.
Prostat
kanseri tüm dünyada erkeklerde kansere bağlı ölüm nedenleri arasında akciğer
kanserinden sonra ikinci en sık sorumlu tutulan neden durumundadır. Bu çerçevede
her 36 erkekten birinin prostat kanseri nedeniyle hayatını kaybettiği
düşünülmektedir. Tüm dünyada yılda yaklaşık 900 000 hasta prostat kanseri tanısı
alırken, her yıl 258 000 hasta prostat kanseri nedeniyle hayatını
kaybetmektedir. Benzer şekilde A.B.D’de 2012 için öngörülen yeni olgu sayısı 241
740, ölüm sayısı ile 28 170’dir. Mevcut artış trendinin devam etmesi durumunda
2030 yılında dünyada her yıl 1,7 milyon yeni olgu ve 500 000 ölüm görüleceği
düşünülmektedir.
Prostat kanseri için kimler risk
altındadır?
Prostat kanseri için bilinen en kuvvetli risk faktörü
genetik faktörlerdir. Bu nedenle ailesinde prostat kanseri öyküsü olanlar
prostat kanseri için risk altındadır. Ayrıca diğer bazı kanser türleri için
olduğu gibi prostat kanserinin de batı tipi yaşam tarzı, hazır gıdaların fazla
tüketimi gibi alışkanlıklarla artış gösterdiği
düşünülmektedir.
Prostat kanserinin belirtileri
nelerdir?
Genellikle 40 yaşın üstündeki erkeklerde görülen
prostat kanseri erken dönemde belirti vermeyip tanı ancak rutin kontroller
sırasında yapılan tetkiklerle konulabilmektedir. Hastalık sıklıkla sinsi şekilde
ilerledikten sonra geç dönemde kendini göstermektedir. Bu nedenle birçok hastada
prostat kanseri genellikle ileri evrede yakalanmaktadır. Bu dönemde hastalık
önce prostata komşu organlara ardından kan ve lenf yolu ile lenf düğümleri,
kemik ve akciğerlere sıçrayabilmektedir. Başlıca belirtiler arasında yer alan
idrardan kan gelmesi, meniye kan karışması gibi bulguların varlığı hastalığın
ilerlediğini akla getirirken metastaz halinde ise kemiklerde ağrı
görülebilmektedir.
Prostat kanseri için erken tanının önemi hakında
bilgi verebilir misiniz?
Geçmişte, erken tanı araçları henüz yaygın
değilken bir çok erkek ilerlemiş kanser tanısı almaktaydı ve hastalar teşhisten
bir kaç sene sonra ölmekteydiler. Bu nedenle 1970’lerde hastalığın tanısı
sonrasında 5 yıllık yaşam süresi yüzde 70’lerin altındaydı. Oysa günümüzde
prostat kanseri erken evrede yakalandığında ve doğru tedavi uygulandığında
başarı oranı yüzde 90’lara yükselmektedir. Yapılan araştırmalarda tarama yoluyla
prostat kanserinden ölüm oranlarının yüzde 30 oranında azaldığı hesaplanmıştır.
Beklendiği üzere hastalığın erken teşhis edilmesi halinde tedavi başarısı
artacaktır. Tanı anında kanser sadece prostata sınırlı ise hastanın tamamen
iyileşme şansı çok yüksektir. Bu nedenle prostat kanseri tanısıyla ilgili
yaklaşımın esasını hastalığın prostatın içinde sınırlı iken yani hiçbir klinik
belirtisinin olmadığı dönemde tespit edilmesi oluşturmaktadır. Bu nedenle hiçbir
yakınması olmasa bile erkeklerin 50 yaşından itibaren yılda bir kez prostat
kanseri taraması için başvurması önerilmektedir. Bir diğer önemli nokta ise
hastalığın tedavisinin tamamen evreye göre planlanıyor olması nedeniyle evrenin
doğru olarak saptanması gerekliliğidir
Türkiye’de durum
nedir?
Türkiye’deki durum da aslında dünya ile paralellik göstermekte
olup prostat kanseri görülme sıklığı %20 civarındadır. Yapılan çalışmalarda
ülkemizde de prostat kanserinde belirgin artış olduğu, prostat kanserinin
erkeklerde akciğer kanserinden sonra ikinci sıraya yerleştiği anlaşılmıştır. Bu
artış tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kişilerin doktora görünme sıklıkları,
yapılan kan testlerinin artışı, tanı koymada kaydedilen gelişmeler gibi
faktörlerle yakından ilişkilidir. Bununla birlikte Batı ülkelerinden kısmen
farklı olarak erken tanı oranının hala önemli ölçüde düşük olduğu söylenebilir.
Bu durum hastalığa yönelik farkındalığın görece düşük olması ve özellikle
kültürel faktörlerle ilişkili olmak üzere hekime başvurma oranının istenen
düzeyde olmaması ile açıklanabilir. Maalesef toplumun geneli herhangi bir
yakınması olmaması nedeniyle kontrol amacıyla doktora
başvurmamaktadır.
Prostat kanseri tanısı hali hazırda nasıl
konmaktadır?
Prostat kanseri taraması için iki temel yöntem parmakla
prostat muayenesi ve kanda PSA denilen bir maddenin ölçümüdür. Kan PSA düzeyinin
artışı tipik olarak prostat kanserinin potansiyel varlığına dair ilk belirtidir.
Bunu takiben gerçekleştirilen uygulama ultrason rehberliğinde prostat bezinin
özel iğnelerle genellikle 12 örnek alımını içerecek şekilde örneklenmesi
işlemidir.
Prostat kanseri tanısı için neden yeni tekniklere
gereksinim duymaktayız?
Yukarıda sözü edilen yöntem hali hazırda prostat
kanseri tanısı için altın standart olarak kabul edilmekle birlikte bazı önemli
dezavantajları nedeniyle yöntemin yararlığı sınırlıdır. Her şeyden önce iğneyle
parça alınması işleminin kanseri saptamaya yönelik duyarlılığı yüzde 40-50
oranındadır. Ayrıca PSA düzeyinde artışın prostat kanseri dışındaki bazı
sebeplere de bağlı olabilmesi sebebiyle rutin PSA taraması pek çok gereksiz
biyopsiye yol açmaktadır.
Önemli bir problem de biyopsi ile kanser
tanısı elde edilmemesine rağmen anormal olarak yüksek kalan veya yükselmeye
devam eden PSA değerleri nedeniyle prostat kanseri şüphesinin devam ettiği çok
sayıda hastaya biyopsi tekrarları uygulanma zorunluluğunun bulunmasıdır Bu da
sosyal güvenlik sistemine ciddi bir ek maliyet getirmekte, tanısal bakımdan
belirsizliklere neden olmaktadır.
Diğer önemli bir dezavantaj ise iğne
biyopsilerinin tümörün sınırlarını tam olarak ortaya koymada yeterli oranda
başarılı olmaması, bir başka deyişle hastalığa yaklaşımda çok önemli bir
parametre olan kanser evresinin biyopsi ile doğru olarak belirlenemiyor
olmasıdır. Prostat kanseri tanısını doğrulamaya yönelik olarak gerçekleştirilen
biyopsi uygulaması invazif bir işlemdir. Hastaların bir kısmı bu işlemi
inanılmaz derecede ağrılı olarak nitelendirmektedir; bir çalışmada hastaların
yüzde 20’si yeni bir biyopsi işlemi gerektiği takdirde işlemi yaptırmayı kabul
etmeyeceklerini belirmişlerdir. Ayrıca işlem bazı hastalarda işlem sonrasında
kanama ve enfeksiyon gelişmesi gibi komplikasyonlara yol açabilmektedir. Söz
konusu yan etkiler beklendiği üzere işlem sırasında alınan parça sayısı ile
doğru orantılıdır.
Peki çözüm nedir?
Giderek artan sayıda
hastaya biyopsi uygulanması gerekliliğinin ortaya çıkması ve örneklem hatası
riskinin olmasına bağlı olarak negatif bir biyopsi sonucunun otomatik olarak
kanserin olmadığı anlamına gelmemesi gerçeğinden hareketle MR incelemesi elde
edilen bulguların rehberliğinde yapılan biyopsi uygulamasının önemli yararlar
sağladığı görülmektedir. Multiparametrik MRG ile sağlanan yararların başında
tümörün davranış paterninin belirlenmesi gelmektedir. Prostat kanserinin hasta
açısından hangi düzeyde (düşük, orta ve yüksek) risk oluşturduğunun
öngörülmesinde/belirlenmesinde ultrason rehberliğinde biyopsi işleminin doğruluk
oranları yüzde 50’ler düzeyinde iken bu oran multiparametrik MRG ile yüzde
95’lere yükselmektedir. Ayrıca yüksek PSA nedeniyle gerçekleştirilen biyopsi
işleminde kanser saptanmamasına rağmen PSA’daki yükselmenin devam etmesi gibi
kuvvetli kanser şüphesinin varlığı söz konusu olduğunda, multiparametrik MRG
sonrasında gerçekleştirilen biyopsi ile yüzde 40’lar düzeyinde prostat kanseri
saptanmakta olup bunların yaklaşık yüzde 90’ı klinik olarak önemli kabul edilen
tiptedir.
Tümörün yerini tam olarak belirleyebilen yöntem sayesinde
ultrason eşliğinde alınan 12 örnek yerine 1-2 örnek alınması bile yeterli
olabilmektedir. Ayrıca MR ile kanserin görüntülenmesinde sağlanan başarı MR
incelemesi ile prostatında anormal bulgu saptanmayan hastalarda biyopsi
yapılması gerekliliğini azaltmaktadır. Tabi burada önemli olan gerçekleştirilen
MR incelemesinin uygun teknikle yapılması ve bulgulara yönelik değerlendirmenin
tekrarlanabilir olma özelliğini taşıması, bir başka deyişle standart hale
getirilmesidir.
Bununla ilgili Avrupa Ürogenital Radyoloji Derneği (ESUR)
tarafından bu yılın başında yayınlanan kılavuz ve PI-RADS (Prostat Görüntüleme
Raporlama ve Data Sistemi) adı verilen yapılandırılmış raporlama sistemi
Amerikan Radyoloji Koleji (ARC) tarafından da kullanılmaya başlanmıştır.
Bu yöntem Türkiye’de kullanılmaya başlandı mı?
Ülkemizde
de henüz çok yaygın olmamakla birlikte multiparametrik prostat MR incelemeleri
gerçekleştirilmektedir. Türk Radyoloji Derneği adı geçen uygulamayı
yaygınlaştırmaya sağlamaya yönelik çalışmalarını sürdürmektedir.
Kadınlarda
meme kanseri taramasına yönelik olarak mamografinin kullanılmasına benzer
şekilde yakın gelecekte erkeklerde de prostat kanseri tanısına yönelik olarak
manyetik rezonans görüntülemenin kullanılmasının gündeme geleceğini düşünüyoruz.
Doç. Dr. Ahmet Tuncay Turgut
Türk Radyoloji Derneği Genel
Sekreteri
Avrupa Ürogenital Radyoloji Derneği Prostat Kanseri Çalışma Grubu
Üyesi